Wednesday, January 30, 2008

Kabak Ezme

Malzeme: (Birkaç kişilik)
Orta boy, 3-4 adet kabak

Yoğurt
2-3 diş sarımsak
Yeteri kadar tuz
Dere otu (tazesi makbul ama kurusu da olur)

Kabakları soyduktan sonra iki-üç parçaya bölerek bir tencerede kaynatın. Aşırı kaynatmak yerine, çatal kolay batmaya başladıktan sonra, yine çatalla kolay ezileceğini düşündüğünüz ama kendiliğinden dağılmayacak o noktaya kadar kaynatın. Tencereniz sıkışık nizam doluysa arada kabakları çevirerek her yanlarının güzelce yumuşamasına müsaade etmenizde yarar var.

Kaynatma işlemi tamama erdikten sonra kabakları bir süzgüye alın, üzerlerinde ince yarıklar açarak, hem içlerinde toplanmış fazla suyun akmasına, hem de biraz soğumalarına izin verin.

Bu arada sarımsakları ayıklayıp tahta havanınızda biraz tuz ile dövün - adamı söz, sarımsağı tuz öldürür, derlermiş; dövme işlemini sarımsak vıcık vıcık olana kadar değil, hani sarımsağın liflendiği, yapışkan yağını ve kokusunu salıp liflerin dolaşık dolaşık olduğu ön-püre durumuna kadar sürdürün. Bu kıvamı tutturabilmek için tokmak vuruşlarını hınçla ve lüzumsuz sayıda değil, itinayla, bakarak, sarımsağı fışk diye öksürtüp dağıtan tek hamleler şeklinde ve en az sayıda olacak şekilde ayarlayın. Bu işlemi burnunuzla yönlendirmenizde yarar var; koku kesif olmalı.

Bu arada süzgüdeki kabaklar su yükünü salmıştır; onları kaba aktarın. Şöyle çatalla, yalan yanlış, kendinizi kaptırmadan biraz ezin. Sarımsağı ezdiğiniz havan tokmağıyla ezmenin üzerini biraz boyayın. Küçük bir kaşıkla kalan sarımsağı ezme kabağın karıkları içine gömerek ekim yapın. Bu sırada fazla ekşi olmayan yoğurdun birikmiş suyunu şürülüp diye için ve gerisini İtalyan dondurması gibi ezmenin üstüne indirin. Tabii yoğurt dondurma gibi spirallenerek inmez, toprak kaymasına benzer bir tarzda dökülecektir. Yine çatalla alt-üst ederek yoğurdu ezmeye yedirin. Kabağın pastel yeşili, yoğurdun mika beyazıyla her noktada muntazam bir şekilde açık bir ton alana kadar bu işleme devam edin. Yoğurdun eksik olduğunu düşünüyorsanız eklemenizde hiçbir sakınca yok.

Ezme yoğurda güzelce yedirildi mi; yedirildi... Kuru dere otunun nasıl karıştırılacağına gelelim şimdi; ezmenin üst yüzeyinde, dışı kabın seramiğine değen bir çember oturuyormuş gibi hayal edip ortasına dere otunu sepeleyin. Dere otu yığılmamalı, mümkünse yakın nizam ve homojen olarak, tek tane halinde düşmeli... Şimdi, bu güzel coğrafyanın hafif tepelik ve en yoğun otlu yerinden başlayarak birkaç sürüş darbesiyle dereotunu ezmeye yedirin.

Evet efendim, ezme hazırdır... Balık ve tavukla iyi gidiyor, artan olursa buzdolabında formundan çok kaybetmeden bir gün duruyor.

Afiyet bal olsun!

(previously published in Araf Dergi No.22 October 2000)

Medicine and Art: Four Desires

1. 'I do not want to die'

2. 'I do not want pain'

3. 'I do not want to get old'

4. 'I do not want to be crippled'

One can build any type of Medicine based on responses to these desires. And a narration on the object of these desires (death, pain, aging, and dysfunction) becomes Art.

No country for old men

This is my first blog. In celebration, I post a Turkish translation of William Butler Yeats' poem "Sailing to Byzantium". Cormack McCarthy named his novel "No country for old men" as an allusion to the first line of Yeats' "Sailing to Byzantium" ('That is no country for old men.') The translation is by me.

Bizans’a Yelken Acmak
William Butler Yeats
I

Bu memlekette ihtiyarlara yer yok.
Kolkola gençler, ağaçta ötüşen
-Şu ölmekte olan nesiller- kuşlar,
Somon kaynaşan ırmaklar, uskumru dolu denizler
Balık, hayvan ve kuş, cümlesi yaz boyu övüyor
Rahme düşen, doğan ve ölen her ne varsa.
Bu cazip müziğe kaptırmış herkes
Genç kalan zihinin anıtlarını fark etmiyor.

II

Ihtiyar adam ne önemsiz bir şey,
Yırtık pırtık bir palto deynek ucunda,
Bir de cazgır ruh el çırpıp şarkı çığırmasa,
Fani elbisesindeki her yırtık için,
Tamam bu büyük bir koro değil ama kendi
Görkemine dikili anıtları ezber etmek var;
Böyle böyle denizler aşıp kutsal
Bizans şehrine vasıl oldum.

III

Ey Tanrı’nın ateşinde duran bilgeler
O altın duvar mozayiğindeki gibi
Kutsal ateşten gelin, yalım yalım,
Ve ruhumun şakıyan üstadları olun.
Yüreğimi kavurun; arzuyla hasta
Ve ölen bir hayvana çivili bu yüreği
Ne oldugunu bilmez o; ve toplayın beni
Katın sonsuzluk hilesine.

IV

Bir kere doğa dışıysam asla almam
Gövde biçimimi doğal bir şeyden,
Ama Rum kuyumcuların uykulu
Bir imparatoru uyanık tutmak için dövme altın
Ve altın kakmadan yaptıklari o biçim var ya;
Veya altın bir dala konarak şakımak
Geçmiş, şimdi ve geleceğin
Bizanslı hanım ve efendilerine.






Sailing To Byzantium
William Butler Yeats

I

That is no country for old men. The young
In one another’s arms, birds in the trees
—Those dying generations—at their song,
The salmon-falls, the mackerel-crowded seas,
Fish, flesh, or fowl, commend all summer long
Whatever is begotten, born, and dies.
Caught in that sensual music all neglect
Monuments of unageing intellect.

II

An aged man is but a paltry thing,
A tattered coat upon a stick, unless
Soul clap its hands and sing, and louder sing
For every tatter in its mortal dress,
Nor is there singing school but studying
Monuments of its own magnificence;
And therefore I have sailed the seas and come
To the holy city of Byzantium.

III

O sages standing in God’s holy fire
As in the gold mosaic of a wall,
Come from the holy fire, perne in a gyre,
And be the singing-masters of my soul.
Consume my heart away; sick with desire
And fastened to a dying animal
It knows not what it is; and gather me
Into the artifice of eternity.

IV

Once out of nature I shall never take
My bodily form from any natural thing,
But such a form as Grecian goldsmiths make
Of hammered gold and gold enamelling
To keep a drowsy Emperor awake;
Or set upon a golden bough to sing
To lords and ladies of Byzantium
Of what is past, or passing, or to come.